Bazı ülkeler hüzünlüdür; Bosna-Hersek gibi, Kamboçya gibi, Lübnan gibi… Savaşlar geçip gitse binalar yenilense de insanlarının gözlerinde hissedersin o hüznü…
İlk kez 2010 yılında ziyaret ettiğim Beyrut o günden bugüne hızla gelişmeye, küllerinden doğup yenilenmeye devam ediyor. Etnik ve dini yapısının karmaşıklığı sonucu tamı tamına 15 yıl süren 230 bin insanın yaralandığı, bir milyondan fazla insanın ülkesini terk ettiği iç savaş (1975-1990) yetmezmiş gibi,Suriye ve İsrail ile komşu olmasının bahtsızlığı ile her an bıçak sırtında yaşayan bir ülke. Bir toplum düşünün ki; cumhurbaşkanı Hristiyan, başbakanı Sünni Müslüman ve meclis başkanı Şii. İşte burası Ortadoğu’nun en küçük ülkesi Lübnan. 4 milyon nüfuslu Lübnan yakın zamana kadar işgalcisi konumundaki 3 milyon Suriyeliye de mecburi kucak açmış durumda.
Lübnan, ismini ülkeyi çevreleyen karlı dağların beyazından alıyor. Sami dilinde “beyaz” anlamına gelen “laban” aynı zamanda ”labne” peyniri diye bildiğimiz süzme yoğurda da ismini vermektedir.
Bir zamanlar Ortadoğu’nun Paris’i diye adlandırılan Beyrut sahil boyunca yükselen binaları, şık otelleri, pahalı restoranları, marka mağazaları ile kaybettiği popülerliğini tekrar kazanmak derdinde. Sahilden uzaklaşıp iç kesimlere doğru gittikçe yoksulluk ve yıpranmışlık karşılıyor insanı. Bir tarafta 1200 m2 araçla yukarıya kadar çıkılan daireler, diğer tarafta banyosu dahi olmayan harabe evler… Ortadoğu gerçeği böyle bir şey olsa gerek…
Pasaportumda İsrail vizesi olduğu için sorun yaşamamak adına ikinci bir pasaport edinmeme rağmen ülkeye girişte neden İsrail’e gittiğim soruldu; İsrail’e değil Filistin’e ziyaret amaçlı gittiğimi söyleyince sorun olmadı. Lübnan vizesi Türk vatandaşları için uygulanmıyor, iki saate yakın bir uçuşla ülkeye varabiliyoruz. Ülkede toplu taşıma yok kadar az, biz bu seyahatimizde araçlı rehber kiralayarak zahmetsizce yolculuk yapıyoruz. Taksi kullanmamız gerektiğinde de ne ödeyeceğimizi bilelim diye Uber çağırmayı tercih ediyoruz.
Arapça, Fransızca ve İngilizce ülkede aktif olarak konuşuluyor ve her dilde eğitim okullarda mevcut. Beyrutlular’ı biz Arap olarak tanımlasak da onlar bunu pek kabullenmeyip soylarının Fenikeliler’e dayandığını söylemekteler.
Lübnan’da Neler Yedik?
Güneydoğu mutfağımıza hayran olduğumdan tabi ki bu seyahat boyunca yemek yemekten ekstra keyif alıyorum. Falafeli orijinal hali ile Sahyoun’da tadıyoruz. Diğer yemek yediğimiz restoranlarda ise humus, tabbule ince bulgurlu maydanoz salatası, içli köfte, zahterli ekmekler, ekşili sarma, közlenmiş patlıcan ezme gibi mezeleri balık ya da kebap eşliğinde bol bol tüketiyoruz. Lezzet bizim mutfağımızla birebir aynı. Kadayıf mamulleri tatlıların başında yer alıyor. Ve nargile! Tütün sağlığa zararlıdır deyip nereleri gezdiğimize geçelim o zaman.
Beyrut Turu
İlk gün sabahın erken saatlerinde varıyoruz Beyrut’a ve rehberimiz Elie ile buluşarak şehrin en önemli turistik noktası olan Güvercin Kayalarında kahve molasıyla başlıyoruz Beyrut turuna.
Sahili boylu boyunca araçla dolaştıktan sonra bir zamanlar şehri doğu ve batı ya da Müslümanlar ve Hristiyanlar diye ayıran yeşil hat boyunca yürüyerek Muhammed El Amin Camii’ne gidiyor ve 6 ton ağırlığındaki dev avizeyi yerinde görüyoruz.
Antik şehir kalıntılarında Roma Hamamları dönemin sosyal yaşantısı hakkında bugün bile bize bilgi veriyor. Placed’etoile yani Yıldız Meydanı’nda bulunan saat kulesi 1830 yılında Brezilya’da yaşayan bir Lübnanlı tarafından o zamanlar Osmanlı Toprakları olan Beyrut’a hediye olarak yaptırılıyor ve savaş sonrası yenilenen kuledeki saat Rolex marka Downtown Beyrutlular’dan çok turistlerin ziyaret ettiği yerler arasında. Ortodoks Aziz Yorgo ve Maruni Katolik Aziz Yorgo Kiliseleri, dünyanın tüm markalarının taklitlerinin bulunabileceği Hamra Caddesi, Fransız esintisi olan Gemmayzeh Caddesi, Beyrut Amerikan Üniversitesi, Sursock Ailesi tarafından 1961 yılında açılan modern sanat müzesi Sursock (Ücretsiz gezebilirsiniz), otelimizin bulunduğu Cornishe El Manara (Sahil şeridi), akşam yemeği için tercih ettiğimiz Zaitunay Bay (20’den fazla restoranın bulunduğu marina), Beyrut gece hayatını deneyimlemek adına Mar Mikhael Sokağı Beyrut’ta gördüğümüz yerler arasında. İç savaşın izlerini unutmayın dercesine üzerindeki bomba ve kurşun izleriyle yükselen Holiday Inn Oteli şehrin tam merkezinde yükseliyor.
Jeitta Mağaraları
İkinci gün programa karstik oluşumlarla şekillenmiş Jeitta Mağaraları ile başlıyoruz. İki mağaradan ilkini 1866 yılında W.Thomson, üst mağarayı ise 1958 yılında Lübnanlı araştırmacılar keşfediyor.
Dünyanın yeni yedi harikası içinde yer alan Jeitta Mağaraları’na ilk gittiğimde her iki mağarayı da görmeme rağmen bu sefer yükselen su seviyesi nedeniyle alt mağara ziyarete kapalı olduğundan sadece üst mağarayı görebiliyoruz. 2200 mt uzunluğundaki üst mağaranın yalnızca 750 mt’si ziyaretçilere açık. Fotoğraf çekiminin yasak olduğu mağaralara girişte telefon ve kameraları kilitli dolaplara teslim alıyorlar. Çıkarken teleferik, inerken ise ister yürümeyi isterseniz oyuncak görünümlü açık hava trenini tercih edebilirsiniz.
Harissa Tepesi, The Lady Of Lebanon
Rio de Jenerio’da bulunan 30 metre uzunluğundaki İsa Heykeli’ni anımsatan 8.5 m büyüklüğünde Meryem Ana Heykeli, 13.5 ton bronz kullanılarak tıpkı şehir merkezindeki saat kulesi gibi Brezilya’da yaşayan bir Lübnanlı tarafından 1904 yılında bahçesinde bulunan kiliseyle birlikte yaptırılıyor ve saflığın, temizliğin rengi olan beyaza boyanarak şu an için dünyadaki en büyük Meryem Ana Heykeli olarak anılıyor (Selçuk Belediye Başkanı’nın da Efes’e dünyanın en büyük Meryem Ana Heykeli’ni yapma projesi vardı ama sanırım hala beklemede).
Heykelin yan tarafındaki modern yapılı devasa Maronit Katedrali’nde Pazar günü olması sebebiyle ayine denk geliyoruz ve Arapça okunan İncil’i dinleme deneyimine tanık oluyoruz. Ve buradaki devasa Sedir Ağaçları ülkenin bayrağında da bulunan önemli sembollerinden biri.
Byblos Antik Kenti
Dünyada hiç terk edilmeden kesintisiz olarak 7000 yıl boyunca yaşamın sürdüğü tek yer Byblos (Jbail) Antik Kenti. Tarih boyunca karşımıza çıkan Fenikeliler’in ticaret nedeniyle Akdeniz’e açılan kapı görevini üstlenen liman kenti hala tüm sevimliliği ile dimdik ayakta duruyor.
Antik kentin sokaklarında gezinirken rehberimizden Fenikeliler hakkında müthiş bilgiler edinip bol bol fotoğraf çekiyoruz. Yine rehberimizin önerisiyle deniz kenarında muhteşem manzaralı Aal Baher isimli restoranda Lübnan mezeleri eşliğinde Akdeniz balıklarını yedikten sonra Beyrut’a dönüyoruz.
Bekaa Vadisi, Baalbek, Anjar
Üçüncü ve son günümüzde ise Hizbullah’ın en güçlü olduğu Bekaa Vadisi boyunca yer yer Filistinli ve Suriyeli mülteci kamplarını, yer yer de güvenlik noktalarını görerek 2 saate varan yolculuktan sonra yaklaşık 5 bin yıllık mazisi olan tapınaklar şehri Baalbek Antik Kenti’ne ulaşıyoruz. Sırasıyla Fenikeliler, Yunanlılar ve de Romalılar tarafından kutsal mekan olarak kabul edilip, önemli yapılar inşa edilen, 1984 yılından itibaren Unesco tarafından koruma altında olan antik şehirde en büyük tapınaklar Jüpiter, Baküs ve Venüs olarak biliniyor. Yine dünyanın en büyük taş blokları da burada yer alıyor ve birine çocuğu olmasını isteyen kadınların yoğun ziyaretleri sonucu “hamile kadın taşı” diye isim veriliyor.
Anjar ise M.S 8. yüzyılın başında Emeviler tarafından kurulan ve mimari olarak iyi korunmuş bir ticaret şehri. Günümüzde Ermeni nüfusun yaşadığı şehirde elma ve üzüm bahçeleri gözümüze ilişiyor. Yolumuzun üzerinde olan üzüm bağlarıyla ünlü Ksara şehrinde 1857 kurulmuş olan Château Ksara’ya uğrayarak şarabın yapım aşaması, saklanışı ve bölgede yetişen üzüm çeşitleri hakkında bilgi alıp mahzenleri geziyoruz.
Her anı dolu dolu, keyif, keşif ve eğlence içinde geçen üç günün ardından yeni seyahat planları yaparak dönüyoruz memlekete…
Her daim gezenti kalın, sağlıcakla..