İran’a uzun zamandır içimdeki oryantalist aşkla niyet ederken, ülkemizin iki katı büyüklüğünde bir yüz ölçümüne sahip olduğu göz önünde bulundurulunca ve de binlerce yıllık geçmişe tanıklık ettiği düşünülünce nereden başlamam gerektiği konusunda kararsızdım. Persler’e başkentlik yapmış İsfahan mı, Zerdüştler’in şehri Yezd mi derken kendimi şairler kenti Tebriz planı yaparken buluverdim.
Arkadaşlarımla yaptığım bu seyahatin rotasını uçakla İstanbul-Van-İstanbul, karayoluyla Van’dan çıkarak Hoy üzerinden Tebriz, Urmiye, Van olarak oluşturdum. Van’dan Kapıköy sınır kapısı 100 km, yollar oldukça geniş, kapıdan giriş yapmak da oldukça kolay. İran bizden 90 güne kadar vize istemiyor ama grup seyahatlerinde yerel bir acentayla anlaşıp, rehber alma zorunluluğu var. Amerika seyahatlerinde sorun olur diye, pasaportlara kaşe basmayın diye rica etmeme rağmen dikkate alınmadı. Ayrıca İsrail vizesi ya da giriş çıkışı olan pasaportlar ülkeye kesinlikle alınmıyor. Bunu önceden öğrendiğim için ikinci bir pasaport edindim, artık aynı anda iki pasaporta sahip olabiliyoruz. Ben birini vize istemeyen ülkelerde diğerini vize gerektiren seyahatlerde kullanıyorum.
Ülkeye giriş yaptıktan sonra yollar daralıp, virajlanmaya başlıyor. Sınırdan sonra ilk durağımız 75 km mesafedeki Hoy kenti oluyor. Mevlana’nın gönül dostu Şems-i Tebrizi’nin rivayetlere göre bu şehirde vefat ettiği öne sürülüyor ve bir mezarı da burada bulunuyor. Konya’da da bir türbesi mevcut, ayrıca Niğde’de de Şems’in olduğu iddia edilen bir mezar daha var. Bunlar benim öğrendiklerim, belki uzun yıllar yaşadığı Şam’da da adına bir mezar olabilir.
Hoy’da kısa bir şehir turu yaparak 160 km uzaklıkta bulunan Tebriz’e hareket ediyoruz. Yolda verdiğimiz çay molasında kağıt kadar incecik dürüm ekmeği arası fırınlanmış kabuklu patates yiyoruz ki hepimize ilginç gelmesine rağmen açlığımızı bastırdığı için bizi mutlu ediyor. Tüm seyahatimiz boyunca grup olarak şekersiz çay-kahve içmemiz İranlıları oldukça şaşırtıyor. Tıpkı Azerbaycan gibi burada da yoğun şeker tüketimi mevcut. Çayın yanında kıtlama şeker diye bildiğimiz beyaz şeker, bayram şekeri gibi olan akide şekeri ve de nebat adı verilen bitkisel çubuklu şeker ikram ediyorlar. Şeker komasına girmemek ne mümkün?
Hoy, Tebriz ve Urmiye şehirleri siyasal olarak İran’a bağlı olsa da halkı Farsi değil Azeri ve bu bölgeyi Güney Azerbaycan olarak adlandırıyorlar.
Tebriz’e gidişimiz Şii inancının benimsediği on iki imamların Hz. Ali’den sonra gelen ikinci ismi olan Hz. Hasan’ın ölüm gününe denk geldiği için ülkede büyük bir yas vardı. Hatta Aşura gününden sonraki en büyük yas olduğunu öğrendiğimiz bugünü deneyimlemek de bizim açımızdan oldukça farklı oldu. Tüm halk daha doğrusu halkın erkek kısmı sokaklara dökülüp ağıtlar eşliğinde trafiğe kapanan caddelerde yürüdüler. Hoparlörlerden sürekli dualar edildi. Hemen hemen hiç kadın yoktu ortalıkta. Yas nedeniyle okullar, iş yerleri, müzeler hatta camiler bile kapalıydı.
Gözlemlediğim kadar İran halkı henüz turizme hazır değil. Muhafazakar orta yaşlı kesim çok da istemiyor yabancılar tarafından keşfedilmek, dışa dönük genç ve modern nesil ise oldukça sevecen ve misafirperver.
Tebriz’de gördüğümüz yerleri özetlemek gerekirse;
Binlerce yıllık tarihi geçmişe sahip Tebriz, Şems’in, nakşın ve şairlerin şehri olarak anılıyor. Makberet-üş Şuara yani Şairler Kabristanlığı, Tebriz’in ünlü şairi Şehriyar ile birlikte dört yüzden fazla şairi misafir eden dünyadaki tek mezarlık.
Gök Mescid, 550 yıllık bir geçmişe sahip, lacivert çinileri ve yaldızlı işlemeleriyle muhteşem bir sanat eseri. Hemen yanındaki parkta 12. yy ünlü Azeri Şairi olan Afzaladdin Bedel Khagani Heykeli ve Parkı bulunuyor. İran İslam Cumhuriyeti olmasına karşın sanata ve sanatçıya oldukça saygılı olmalı ki Tebriz’de birçok erkek ve hayvan heykeli görüyoruz.
Tebriz Kapalı Çarşısı, bir kilometrekare alana yayılan dünyanın en büyük kapalı çarşısı olma özelliğini taşıyan bin yıllık bir yapı. İçinde dükkanların yanı sıra; hanlar, hamamlar, camiler de bulunan tam bir ticari komplekstir.
Tebriz’in en eski yerleşim yerlerinden biri olan Sheshgelan Mahallesi’nde bulunan Amer Nezam Evi ise Qajar Dönemini yansıtan bir müze. Endülüs Mimarisinin en güzel örneği olan El-Hamra Sarayı’nın bahçelerini andıran küçük bir bahçeye sahip bol sütunlu bu ev müzede Tebriz’de mutlaka görülmesi gereken yerlerden.
Bünyesinde saat kulesi de bulunduran Tebriz’in sembolik yapılarından biri olan Belediye Binası. Zamanında Alman mimarlar tarafından tasarlanan binanın bir kısmı günümüzde müze olarak kullanılıyor.
Arg-e Tebriz ise günümüze çok az kısmı ulaşmış olan kale kapısıdır. Hemen yanı başındaki caminin adını ise bir türlü net olarak öğrenemediğim cami olarak kalacak hafızamda. Rehberimiz de dahil toplamda beş Tebrizli de cami için farklı isim söyleyince ısrarımdan vazgeçiyorum. Tebriz seyahatim boyunca bunu sık sık yaşıyorum. Aynı soruya her seferinde farklı cevap verme gibi bir özellikleri var ki bana çok enteresan geliyor.
Yas nedeniyle bu büyük cami de kapalı ve çok merak etmeme rağmen içerisine giremiyoruz. Son bir umut caminin önündeki polis grubuna yaklaşıp, birinin omuzuna dokunarak neden camiye giremediğimizi sormayı deniyorum, halkın şii mezhebinden olup karşı cinsin dokunduğu anda abdestinin kaçacağını unutarak. Polis beni caminin bahçesinden kovmaktan beter ediyor, sanırım on yıl önce aynı davranışta bulunmuş olsaydım tutuklanma olasılığım çok yüksekti. Neyse ki İran özellikle de kuzey kesimi eskiye nazaran çok daha özgür…
Azerbaycan Müzesi, kapısında iki taştan koyun heykeli ile bizi karşılıyor. Üç katlı müzede birçok antik eser, silah, para ve gerçekçi heykeller mevcut.
Şah Gölü ise şehir halkının sosyalleştiği çevresinde yiyecek içecek satanların bulunduğu minik bir göl. Biz de akşam yemeğimizi bu gölün ortasında bulunan restoranda yiyoruz. Tercihimiz kuzu etiyle yapılan İran Kebabı, yanında safranlı pilav oluyor.
Tebriz’in merkezini gezmeyi bitirdikten sonra 60 km dışındaki peri bacalarıyla ünlü küçük köyü Kendovan’a geçiyoruz. Bize ilk sorulan Kapadokya mı güzel burası mı oluyor? Kapadokya’nın birçok köyden oluşan büyük bir bölge olduğunu ve Kendovan ile mukayese edilemeyeceğini anlatıyoruz. Bu minik köyde bulunan mağara otelin restoranında yörenin meşhur yemeği abguştu tadıyoruz. Kars’ın piti yemeği ile kardeş olan ve kuzu etiyle yapılan bu özel yemek hepimizden geçer not alıyor. Seyahatimiz boyunca sadece burada Avrupalı turistlerle karşılaşıyoruz.
Genel olarak gözlemlediğim kadarıyla Kuzey İran halkı oldukça yavaş ve sakin hareket ediyor. İnsanlar hiç acelesi yokmuş gibi davranıyor. En sık duyduğum kelimeler “hanım sabır sabır” oldu. Aceleci Karadeniz kanımla ben alışveriş, otel check-in, check-out gibi işlemlerin dakikalarca sürmesi sonucu bizim tabirle feci ‘darlandum’ 🙂
Önyargılarımı yanıma almadan çıktığım bu seyahatte filmlerde izleyip, kitaplarda okuduklarımın aksine İran kadınının hayatın her anında var olma gayretini bizzat gözlemlemiş oldum. Bisiklete binen, parklarda spor yapan, araç kullanan hatta kaykay yapan kadınlar evet sayıca azdı ama varlardı. Günden güne de giderek artacaklarını düşünüyorum. On yıl öncesine kadar her köşe başında kadınların hicaplarını kontrol eden ahlak polisleri artık yok. Çok seyrek de olsa, var olan kafelerde kadınlar nargilelerini içip oturabiliyorlar. İran’da kadınlar sokaklarda her geçen gün sayıca artarak daha çok var olmaya çabalıyorlar. Baş örtüsü artık sadece bir sembol gibi kalmış ki yakın zamanda onun da işlevselliğini iyice yitireceğini düşünüyorum.
Bu seyahat bende Sevgili Atatürk’e ne kadar çok minnet duysak yetersiz kalacağı izlenimi yarattı. Türk kadını olarak bize sahip olduğumuz saygınlığı ve özgürlüğü armağan eden Cumhuriyet’e ve kurucularına çok şey borçluyuz.
Özgürce, gezenti kalın…